All Düşünür yazar abdusselamsemre.com!

"Rad Suresinden Seslenişler" Kitabından;

 

* Peygamber(s.a.v.) Efendimiz; “"Rüzgâra sövmeyin".” diyor. Çölde oksijen üreten fabrikalar, yani ormanlar yoktur. Rüzgâr olmamış olsa, ormanı bol olan yerlerde oluşan oksijeni oralara kim götürecek? Ne kadar büyük bir dizayn, ne kadar büyük bir düzenleme vardır. Padişah’a bakınız ki her ihtiyacı olana rızkını verme yönünde kâinatı öyle bir düzenlemiş, öyle bir denge koymuş ki, her varlığı en güzel şekilde rızıklandırabilecek olan bu düzenlemeyi tesadüflere bağlamak nasıl olur? Diye insan düşünmek zorundadır. (Sayfa 48)

* Allah-u Teâlâ Hazretleri; “Birbirine komşu toprak parçaları ve çatallı çatalsız hurma ağaçları vardır.” buyuruyor. Bazı bitkilere bakıyoruz ki çatalı yok. Bazı köylüler bunu çok söyler... “Bu bitkinin çatalı yok.” der. “O çatal nedir ki acaba?” diye insan düşünüyor. Diyorlar ki; “Aşı kabul etmiyor.” Şimdi aşı tutmayan bitkiler vardır ama bazılarına da; “Şu ağaca aşı yaptığınızda aşı tutuyor.” diyorlar. Aşı tutana aşı yapılır. Mesela aşılı vişne diyoruz. Aşılı vişne diğer vişne gibi değildir. Lezzet bakımından farklıdır. Şimdi Allah-u Teâlâ Hazretleri, bu ifadelerin içerisinde farklı olan yönlere de dikkatimizi çekmek suretiyle, o dallarda da gidişatla, bize dönük olan menfaatleri elimize geçirmemizi sağlayacak ifadeleri, anlatımları getirip orta yere koyuyorlar. Şimdi burada; “Üzüm bağları, ekinler ve çatallı çatalsız hurma ağaçları vardır. Hepsi de aynı su ile sulanır.” buyuruyor. Bakınız aynı su ile dendiği zaman biz halk tabiri ile anlatım yaparken, buradaki sular tatlı su mu? deniliyor. Tatlı sular dışında sular da çıkıyor. Aynı suyla suluyoruz hepsini. “Ama lezzetçe onları birbirinden ayrı kılmışızdır.” buyuruyor. Lezzetçe bunlar farklıdır. Şimdi burada bize Allah-u Teâlâ Hazretleri bunun sudan kaynaklanan bir lezzet olmadığını belirtiyor. Yani bitkinin kendisindeki mevcut olan yapısından kaynaklanandır… (Sayfa 59)

* Allah-u Teâlâ Hazretleri; “Her kavmin bir yol göstericisi vardır.” Buyuruyor. Bunu bize anlatırken, bu ayet hakkında İbn-i Abbas(r.a.) Hazretleri rivayetle Ali İbn-i Ebu Talha(r.a.) diyor ki; “Her kavmin bir davetçisi vardır.” demiştir. Bunları tasavvuf dilinde anlatırken mürşitler, önderler, öncüler diyoruz. Yani pirler, piranlar, mürşitler denilen insanlar bunlardır. Bu ayetin tefsirinde yine İbn-i Abbas’tan rivayetle Avfi der ki; Allah-u Teâlâ Hazretleri şöyle buyuruyor. “Ey Muhammed! Sen bir uyarıcısın. Her kavme bir yol göstericisi olan benim.” diyor. “Benim.” dediğine göre, şimdi burada Allah’ın(c.c.) nuru kimde varsa o yol göstericisidir… (Sayfa 95)

* Allah-u Teâlâ Hazretleri bize yerde ve gökte olan her şeyi anlatırken; “İkisinin arasında...” diyor. Şimdi kadın ve erkeğin arasında da esasında bir takım hakikatler vardır. Yeni bir şekilde, sırlarla dopdolu olan bir insanın meydana gelişine sebebi vesile olurlar. Bütün bunlarda insana sunulan birtakım hüccet ve deliller vardır. Yani ayetler vardır, deliller vardır. Burada delil dendiği zaman, hemen düşünüyoruz. Bu mevcut olan sperm yumurtaya gidiyor, sonra orada seçme bir olayı var, deniliyor. Her spermi kabul etmiyor. Etmeyebiliyor. Onların içerisinde binlerce sayamayacağınız sayıda sperm vardır. Bunların içerisinden bir tanesini seçiyor. Bir tanesinin üzerinde duruyor. İşte burası çok mühimdir... Onun içerisinde o adamın sırrı olarak kabul edilen rengi de vardır. Onların içerisinde o rengi seçerse, ne olur? İşte bu şekilde seçimde, yani kadın ne ise; burada Peygamber(s.a.v.) Efendimiz inanmış olanlara seslenirken; “Nutfelerinize mahal olabilecek olan temiz kadınları seçin.” diyor. Bakınız kadın temiz olduğu zaman, yumurta yaptığı seçimde, kendisinin sırrı olan spermi seçer. İşte Peygamber(s.a.v.) Efendimiz bu gerçeği anlatırken diyor ki; “Ben aralarında sahih nikâhı olan kadınla erkeğin arasında geldim.” diyor. Soyunu anlatıyor.   (Sayfa 113)

* Peygamber(s.a.v.) Efendimiz; “Allah bana geçmişin ve geleceğin ilmini öğretti.” diyor. Maneviyat sahibi insanlar değişik yerde olurlar. Hep böyle söylenir ya, birçok tefsir sahibi kişiler dahi tefsirini yaparken ünlü olan Abdülaziz Debbai Hazretleri ile yapıyorlar. “O üstad da böyle söyledi.” diyorlar. Fakat kendisi okuryazar değil, dünya ilimlerinden yana nasip almış değildir. Ama ibadetlerini yapacak kadar bilgisi vardır. Mana bilgisi kendisinde dürülü halde mevcuttur. Bir gün Abdülaziz Debbai Hazretleri hasta yatıyor. Öyle bir hastalık ki ölüm döşeğinde yatıyor gibi görünüyor. O mevcut şeklin içerisinde iken, talebelerinden birisi işin iç yüzünü anlamıyor. Kendi kalbinde konuşuyor. Diyor ki; “Hocam her halde bu yolculukta kendi âlemini değiştirecek, ölüm var.” Diye düşünüyor. O esnada üstat gözünü açıyor ve onu çağırıyor diyor ki; “Eğil! Senin kulağına bir şey söyleyeyim,” diyor. Kulağına; “Yavrum! Hâlihazırda benim bu dünyada, daha doğmamış olan çocuklarım var.” diyor. Yani ömrünün uzun olduğunu anlatıyor. (Sayfa 132)

* İmam-ı Ahmet diyor ki, Esvet İbn-i Amr’ın Abdullah’tan rivayetine göre Allah Resulü (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır;  “Sizden hiçbir kimse yoktur ki, cinlerden bir arkadaşı ve meleklerden bir arkadaşı onunla görevli bulunmasın...” Demek ki her insanda bir cinden, bir melekten bir arkadaş vardır. Bazı insanların yanına gidersiniz, çok rahat edersiniz. İnsana huzursuzluk kaynağı, huzursuzluk nedeni olmazlar. O esnada dersiniz ki; “Bunun şeytanı çok muhlistir.” Yani bunun şeytanı, cin şeytanı inanan cinlerdendir. Her insanın süfli olan bir cini daha önceden vardı. Bunların tasarrufuna giren insanlarda bir takım yanlış ef’al, yanlış yaşam örnekleri orta yere gelir. Bir gün Peygamber(s.a.v.) Efendimiz Aişe Validemiz(r.anha) ile beraberken, Aişe Validemiz(r.anha) hırçınlaşır bir yerde olunca, bu hırçınlık halinde Güzel Peygamber(s.a.v.) ona; “Yine şeytanların tuttu ya Aişe!” dediği zaman, Aişe Validemiz(r.anha), o esnada diyor ki; “Senin şeytanın yok mu?” Peygamber(s.a.v.) burada bize son derece güzel bir ihbar, bir anlatım yapıyor. “Vardı, ya Aişe! Ama ben onu Müslüman ettim.” diyor. (Sayfa 166)

* Şimşek olayı, iki bulut arasından müthiş bir voltaj, bir atlama olayıyla orta yere geldiği zaman o anda orada bir tezahür, bir zuhurat olur. Bu elektrik akımının geçtiği yerde, hava tabakasında müthiş bir ısı meydana gelir. Bu ısıyla orada müthiş bir kimyasal reaksiyon meydana gelir. Havada olanların arasında, havada hidrojen vardır, oksijen vardır, azot vardır, diyoruz. Burada çok mühim olan bir neden, havada mevcut olan azottan söz ediyoruz. Şimdi bir gübreden bahsettiğimiz zaman nitrattan da bahis konu ediyoruz. Oradaki hadise ile kimya ilminin iç yüzüne vahiyle değinim yapılıyor. Bir kimyasal olayla orada nitrat, gübre meydana gelir, gübreleme olayı oluyor. Şimşeklerin yeryüzüne dönük olarak gübreleme olayı yapmalarından söz ediliyor. O anda gökyüzünden aşağıya doğru gübre yağıyor. Hep yaşlılar söylerler. Çok şimşekler çaktığı zamanlarda, o senelerde ürünler bereketli oluyor, derler. (Sayfa 176)

* Allah-u Teâlâ Hazretleri; “Bana ulaştıracak olan vasıtayı arayın bulun.” diyor. Onun için de İsmail Hakkı Bursevi Hazretleri İnsan-ı Kâmil’in bulunmuş olduğu beldeye hicret gerekli olur, diyor. Bu denilen neden olmadığı takdirde, yani olmaz ise; ”Onun üstadı o anda şeytan olur.” diye büyüklerin anlatımları vardır. “Her kiminki gerçek, ekmel ve kâmil üstadı yoktur...” yani bunu anlatırlarken şeyh olarak anlatırlar, bir hadis-i şerif üzerinde dururlar; “Her kiminki şeyhi yoktur (böyle kâmil bir üstadı yoksa) onun şeyhi (üstadı) şeytandır.” denilen gerçek budur, diyorlar. Böyle gerçek sebepleri anlatan değerli üstatlar, bilhassa İsmail Hakkı Bursevi Hazretleri; “Unutmayasın Hakk’a vusuliyet ve kurbiyete neden sebeplerin en büyüğü bu sebebi bulup buna dayanabilmektir. Bundan yoksun olan insanların ne doğru kıbleye durmaları mümkün olur, ne de yapmış oldukları dualarında bu kapıyı çalanlar arasına girebilir ve onların duaları esasında O’na ulaşmaz.” diyor. (Sayfa 188)

* Bakınız hep söylenilir. Peygamber(s.a.v.) Efendimiz için; “O’nun gölgesi yere düşmezdi.” Mucize-i Peygamberiyede anlatılırken, “O’nun gölgesi yere düşmüyordu.” deniliyor. Çok ilginç bir şey... Ancak insanların gölgeleri bazı yerlere düşüyor fakat “O’nun gölgesi yere düşmüyor.” deniliyor. Bu da Mucize-i Peygamberiye olarak anlatılıyor. Şimdi insan bunları nasıl anlamalıdır? “Bunu Ebu Cehil ve misali bir takım insanlar nasıl göremediler de diğerleri nasıl gördü?” diye insan düşünmelidir. Bunu söylüyorlar; “Peygamber(s.a.v.)’in gölgesi yere düşmüyordu.” diyorlar. Çok ilginç bir şey... Burada Allah-u Teâlâ Hazretleri’nin bu mevcut olan anlattığı nedeni; “Gölgeleri de sabah akşam ister istemez, Allah’a secde ederler.” derken, gölgelerde secdeyi biz nasıl anlayacağız? Şimdi insanın bir aydınlık yönü vardır. Bir de insanın karanlık yönü vardır. Yani insanın bir letafet yönü, bir de kesafet yönü vardır. Letafet yönüyle Allah-u Teâlâ Hazretleri latif varlıklara bu tecellisini yaparken, onlar devamlı surette bu tecelliyle hayatlarını devam ettiriyorlar. Bu tecelliler, gölgelerde de böyle değildir, diyemezsiniz. (Sayfa 196)

* Çok ilginç bir şey Peygamber(s.a.v.) Efendimiz; “Devenin boynu kızardığı zamanda kıyameti bekleyin.” buyuruyor. Burada olanla bir misal veriyor. Basirete hitap ediyor. “O’nun getirdiği kitab-ı ilahiye inandım.” diyenlere Kur’an’ın incelikli tefsirlerinde yol açıyor. Burada; “Devenin boynu kızardığı zamanda kıyameti bekleyin.” derken, deve dendiği zamanda bir binekten bahsediliyor. Neden merkep demedi? Neden at demedi? Çok mühim olan bir şey... Burada mekanik dünyayı zikrederken, elektronik dünyaya da değindi. Çünkü o Güzel Peygamber(s.a.v.); “Merkep, cennetin taşından yaratıldı.” “At, cennetin reyhanından yaratıldı” “Sığır (Büyükbaş hayvan) cennetin zafiranından yaratıldı.” “Deve de cennetin nurundan yaratıldı.” diyor. Bütün renkleri zikrediyor. Cennetin nurundan zikredildiği zaman, nurlu bir binekten bahsediliyor. Yani bu petrol öyle bir zamanda kullanılacak ki elektronik dünya hâkim olacak o zaman elektrik yeryüzünde hükmünü geçirir yerde olacak. Daha evvelce elektronik dünyaya insanlar girmiş değildi. (Sayfa 218)

* Bakınız Sevgili Peygamber(s.a.v.) Efendimiz büyük bir savaştan dönüyordu. Bu savaş dünyada yapılan büyük savaşlar arasında yer alıyor. O anda şehre girmeden evvel ashabına diyorlar ki; “Biz şimdi küçük cihattan, büyük cihada dönüyoruz.” Güzel Ashab soruyor; “Ey Allah’ın Resulü! Çetin bir savaşın içinden çıktık, geliyoruz. Bu nasıl bir savaş ki şehre girerken, büyük bir savaştan söz ettiniz?” diyorlar. Peygamber(s.a.v.) Efendimiz; “Küçük cihattan, büyük cihada dönüyoruz.” diyorlar. Dünyada şimdi bizim yaptığımız bir savaş vardır. Bakınız bu vatan ve millet uğrunda yaptığımız savaştan bahsedilince herkes bunu anlar. Bu doğrudur. Bu savaşla insan mutu sırrına ermek suretiyle kendisine vaad edilen Adn cennetlerinden, yakınlık cennetlerinden kendisine tahsis edilen yere koşar ve gider. Doğrudur. Yalnız burada Sevgili Peygamberimiz(s.a.v.), bunu küçük bir cihat olarak nitelendirdi. Burada bahsedilen bu büyük cihat nedir acaba? Diye insanın düşünmesi gerekir. Burada büyük savaş olarak anlatılan, insanın nefis ile yaptığı savaştır. Nefisle dediğimiz zaman, bu savaş insan için en zor olan, çetin bir savaş niteliği taşıyor. (Sayfa 284)

* İşte merhum Mehmet Akif buna değiniyor. “Ne irfandır ahlaka fazileti veren...” Şimdi irfan dediğimiz kültürdür. Esasında bu kültür, ahlaka fazilet kazandırmıyor. “...ne de vicdandır.” diyor. Bazıları da diyor ki, “Her insanda bir vicdan vardır.” Mademki her insanda bir vicdan varsa, bu ormanı yakanın vicdanı nerede? Bu kadar emek sarf edildi. Ondan sonra da belki gelir sokaklarda bas bas bağırır. “Ben emek düşmanlığına karşıyım.” Asıl emek düşmanı kendisidir. Orman emeksiz meydana gelmedi ki. Her yapılan şey, emek mahsulüdür. Esasında insanların emeğine saldırıyor. Araç demeden, orman demeden, yol demeden, her şeyi tahrip edenler, köprüleri uçuranlar için, insanların hayatına kastetmiyor denilebilir mi?  Onun için de Mehmet Akif ne güzel söylüyor;
“Ne irfandır veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır;
 Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.
Yüreklerden silinmiş farz edilsin havf-ı Yezdan’ın...
Ne irfanın kalır tesiri kat'iyyen, ne vicdanın.”

İşte çelikleşmiş bir garp medeniyeti var şu anda. Nasıl bir yaşam örnekleri orta yere getirip koyuyorlar. Ne çocuk deniliyor, ne yaşlı ne de kadın... Suçsuza ceza verilmez ki... Esasında ne suçlu aranıyor, ne suçsuz aranıyor. İnsanları öldürmekten zevk almanın manası bu denilen yerde kişinin ahlaksızlığıdır. (Sayfa 450)