"Cengizhan-2" Kitabından;
* Cengizhan, Çin gibi bir hasmını mağlûp ediyor ve orayı ele geçiriyor. Burada dikkat edilecek husus, basiretli devlet adamlarına her zaman ihtiyaç vardır. Memleketin de basiretli ve müdrik vatandaşına ihtiyacı vardır. Basiretsiz yaşantılar felâket çağırır. İşte Allah-u Teâlâ Hazretleri’nin: “Düşünmez misiniz?” “Anlamaz mısınız?” dediği yerler buralardır. O zaman iyi düşünmek lâzımdır. Bir milletin bekası, sadece idare edene bağlı değildir. İdare edilenler de devletin gerçek bir devlet olabilmesinde yerlerini almaları lâzımdır. Onun için bir millet top yekûn büyütülmelidir. Onun için, cimrilik, kayırmacılık, zümrecilik gibi nedenler, İslâm’da yoktur. (Sayfa 5)
* Cengizhan hayatında kendi adamlarından olup başkalarının yanına giden ve daha sonra gelip Cengizhan’a “Ben seninle beraberim.” diyenlere hiçbir zaman inanmıyordu... Bakınız, asla kendi memleketime ihanet edebilecek şekilde, ne yerimi değiştiririm, ne anlayışımı değiştiririm. Bu yolda ölmenin asil bir ölüm olduğuna inanıyorum. Herkes de böyle olmalıdır. (Sayfa 10)
* Musa(a.s.) sonradan da Hızır(a.s.) ile ilimdeki yüceliği buldu. Bulurken de Peygamber(s.a.v.) Efendimiz şöyle söyledi: “Musa kardeşim, biraz daha sabretmiş olsa idi...” dedi. Yani Rahman ismi şerifinin ötesindeki lafza-i Celâl tecellisindeki gerçek yerini alsa idi. Ama oradaki mevcut olan lafza-i Celâl’in önünde anlatılan Elif ile esasında Hızır-i Hikmet anlatılır. Bu denilen yerdeki mevcut olan yerden onun daha nasip alacağını anlatırken de; “...Biraz daha sabretmiş olsa idi zamanımıza ondan birtakım daha ilimler gelecekti.” dedi. Bu açıdan gerçekleri anlamaya gidersek, burada Allah-u Teâlâ Hazretleri’nin anlatmış olduğu, Harun’a bir ışık geldiği zamanda ona mazhariyette bağlı olanlara da o esnada kalplerine akagelen bir varidat nuru vardır. “Kalpten kalbe yol vardır.” diyen üstatlar bu gerçeği anlattılar.(Sayfa 43)
* Bakınız, çok ilginç olan bir nedene değinelim. Düşünün insanların yapabilecekleri, buna benzer nedenlerdir. Bakınız Atatürk, devletin birlik içinde bir yere gidebilmesi için din adamlarını çağırıyor. Bilhassa en çok değer vermiş olduğu Elmalılı Hamdi Efendi’yi çağırıyor. Ona diyor ki; “Sen büyük bir âlimsin.” O anda benim hemşerim olan Çantay da onların arasında idi. Onlara diyor ki; “Şu dinimizi keşmekeşlikten kurtaralım.” Yani şu dinin doğrusunu anlatın. Elmalılı Hamdi Efendi’ye tefsiri o yazdırttı. (Sayfa 140)
* Cengizhan’ı suçlayanlar; “O birçok camileri yıktı, talan etti.” dediler. Fakat o asla camileri yıkmaz. Onun yıktığı mescitler Dırar Mescitleri idi. Onun misali mevcut olan camilere saldırdı. Yeryüzünde insanların helâl olmayan parayla, yani helâl kazanç dışındaki bir takım yollarla elde ettikleriyle ne yaparlarsa, yapsınlar, bunlar ölüp gittikten sonra, bunlar kendisinin amel defterine say’i olarak, iyi amel olarak yazılması mümkün olmaz. Çünkü o kazanç kendilerine ait değildir. Onun için de Allah-u Teâlâ Hazretleri’nin: “İnsana çalışmasından başkası yoktur.” demesine bağlı olarak, İslâm’ın elli dört farzını anlatanlar, illa ki bir tanesine bu hükmü koyup, bunun ağırlığı üzerinde dururlar. “Çalışmak, her inandım diyen insana farzdır.” derler. Yani insan kendi ekmeğini yemelidir. (Sayfa 156)
* Hak Teâlâ Hazretleri, Güzel Peygamber(s.a.v.) Efendimize hitap ediyor; “Habibim! Sen onların arasında olduğun müddetçe Allah onlara azap etmeyecektir.” diyor. Bakınız çok ilginç bir ayet… Burada ehli kemalin üzerinde durduğu izah ve tarifler vardır. Diyorlar ki: “Elbette ki Peygamber(s.a.v.) Efendimiz, kıyamet kopuncaya kadar insanlığın hepsinin peygamberidir. Yani son peygamberdir. Fakat kendisi bu âlemden göçüp, gittiğine göre insanların arasında nasıl bulunur?” diyorlar. Yunus’un deyimi ile “Ağzı karalı.” olmayanlardan izah ve tarifler vardır. Yani doğru sözlülerden anlatımlar var. Yunus, ağzı karalıları anlatırken, nifak ehli olanları, inançsızları anlatır. Yani tövbeye muhtaç olanları anlatır. Tövbe yolunda olanlar, kendilerini ağzı karalı olmaktan kurtarmaya giden insanlardır. Bunlar, ötelerden gelen haberle doğruları söyleyenlerdir. Böyle insanları anlatırlarken; “Bunlar, bir toplumun içerisinde olduğu müddetçe Allah onlara azap indirmez, vermez.” diyorlar.(Sayfa 163)
* Padişah, rüyasında kendisini savaşta iken sırt üstü yere düşmüş olarak görür. Padişah; “Ben böyle güçlü bir ordu ile hareket ediyorum, bu durumda muzaffer olma dışında bir izmihlal nasıl olur? Hikmetinden sual edilmez.” deyip gördüğü rüyanın tabirini, tevilini zahirattaki âlimlerden dinledi. Ama dinlediği bu tevillere rağmen tatmin olamadı. “Başka âlim yok mu?” dediğinde o anda Aziz Mahmut Hüdayi Hazretlerinden ona bahsedildi. Aziz Mahmut Hüdayi Hazretleri de padişahın rüyasının tevilini şu şekilde yaptı. Padişaha: “İnsanın en güçlü yeri sırtıdır. İnsan sırtını toprağa dayamakla güçlü bir yerde olduğunun ifade eder.” dedi ve güçlünün de diğerlerine hâkimiyet peydah edeceğini, kendisinin galip geleceğini söyledi. Öyle deyince, padişah Aziz Mahmut Hüdayi Hazretlerine; “Şimdi savaşa giderken mana sultanını da buldum. Siz de bizim ordumuza mana kumandanı olun.” dedi. İran’a dönük bir savaşta bir galibiyet elde ettiler.(Sayfa 208)
* Bir defa yalan söylesen, mana namazın bozulur. Bir hırsızlık, uğursuzluğa yöneldiğin zaman, namazın bozulur. Ama bunu bizzat ef’ale dökersen bozulur. Onun için de İmam-ı Birgivi Hazretleri; “Elfaz’ı küfür, esasında iç dünyanda küfürlü bir nedene yönelsen de lisanından çıkmazsa, sen cürümlü olmazsın.” diyor. Buna dikkat etmek lâzımdır.(Sayfa 233)